15 Mayıs 2015 Cuma
Sen gidersin, ya geride bıraktıkların?
Kalbim çok hızlı atıyordu. Her zaman
girdiğim apartman bu sefer çok farklı görünmüştü gözüme. Hızlıca merdivenleri
çıktım ve cebimden anahtarımı çıkardım. Ellerim titriyordu. Sanırım kalp krizi
geçirmeme çok az kalmıştı. Kapıyı zar zor açtıktan sonra hemen eşim Ayşenur’a
yöneldim ve “sanırım birini öldürdüm” diyebildim. Gözlerimi açtığımda
Ayşenur’un elindeki kolonyayı görmüştüm. Ayşenur, yarım saattir baygın
yatıyorsun aklımı kaçıracağım ne oldu anlatsana? Dedi telaşla. Yerimden
doğruldum, her zaman oturduğum o geniş koltuğa kendimi attım ve anlatmaya
başladım.
Bu sabah, yaşayacaklarımdan habersiz bir
şekilde evden ayrıldım. Ekonomik durumumuza göre iyi bir arabaya biniyordum ve
hiçbir zaman bakımlarını geciktirmezdim. Neyse, işe geç kalmamak için hızlıca
kontağı çevirdim ve birkaç sağ soldan sonra anayola girebilmiştim. Haftanın beş
günü ta Kocaeli’ye kadar bu trafiği çekmek zorundaydım. Bunları düşünürken
arkadan pahalı sarı bir motosiklet, o gereksiz egzoz sesi ile bana doğru
yaklaşıyordu. Gençken benim de onun kadar güzel olmasa da bir motorum vardı.
Giderek yaklaşan ses birden büyük bir çığlık ve patlamaya dönüştü. O an ne oldu
diye arkaya bakmak için kafamı çevirdiğimde arabamın üstünden bir şeyin geçip
önüme düştüğünü gördüm. Altmış yetmişle giderken onu ezmemek imkansızdı. Frene
gecikmeli olarak basmam bende büyük bir suçluluk duygusu uyandırmıştı. Birkaç
metre ileride ancak durabilmiştim. İlk defa vücudumu hareket ettirmek bu kadar
zor gelmişti. Önce hayatta olup olmadığımı ya da bir yerimde kesik var mı diye
hızlıca bakındım kendime. Ardından aynadan zar zor görebildiğim yerde yatan
şeye baktım. Tam bu anda yapabileceğim iki şey vardı. Ya kaçacaktım ya da yerde
yatan gence koşup yardım edecektim. Bu kararı vermek teoride çok kolay olsa da
yaşarken çok zor bir seçimdi. O an aklımda bir şimşek gibi çakan şey daha 15
yaşındayken kardeşime çarpıp kaçan adam yüzünden ölen kardeşimin tabutunu
gördüm. Belki bin kez sormuştum kendime niye kaçtın be adam, hastaneye
götürseydin kardeşim yaşıyor olacaktı diye.
Bu düşüncelerden sıyrılıp kapının koluna
elimi atıp çektim ve hızla dışarı fırladım. Gence doğru yönelirken sağ ayağımın
çok ağrıdığını hissettim. Belki kırıktı belki de ufak bir ağrıydı. Gence
baktıkça kardeşimi görür gibi oluyordum. İlk yardım dersini almış olmam genç
için büyük bir kurtuluş olabilirdi. Hemen öğretilenle göre canlı olup
olmadığını kontrol ettim ve ardından vücudunu boynuna dikkat ederek düzelttim.
Elimi bileklerindeki atar damara attığımda damarlara vuran kan sadece genci değil
beni de yaşatıyordu sanki. Hemen telefonumu çıkarttım ve 112’yi tuşladım.
Kazanın etkisiyle konuşma yeteneğim iyice zayıflamıştı. Etrafıma bakıp nerde
olduğumuzu ve kaç yaralı olduğu hakkında kısa bilgileri sağlık memuruna
ilettim. Sesim titriyordu. Umarım anlamışlardır. Anlamış olacaklar ki on
dakikadan fazla beklemedik birkaç polis otosu ve birkaç tane de ambulans geldi.
İki dakika sonra da itfaiye gelmişti. Hızlıca sedyeye taşınan genç hastaneye
doğru yol aldı. Bana da bir bardak su uzatan memurun yüzüne zor bakabildim.
Kendimi suçlu hissediyordum. Memurun verdiği suyu yudumladıktan sonra neler
olduğunu anlatmam için beni merkeze doğru götürdüler. Olayı tamamen anlattım.
Bir iki saat sonra gelen savcı da beni dinledikten sonra Şevket Bey suçlu
olmadığınız aşikar lütfen evinize dönünüz ve bir daha çağırdığımızda da lütfen
geliniz dedi. Hızlıca önüme konan bir kaç kağıdı imzaladıktan sonra binadan
ayrıldım ve eve geldim.
Ben bunları Ayşenur’a anlatırken hemen
yanımda bulunan ev telefonu çalınca irkildim. Hemen telefonu açtım. 2 saat önce
görüştüğüm savcı telefondaydı. Gencin yaşadığını ambulansı hemen aramamın ve
yaptığım ilk yardımın onu hayatta tuttuğunu söyledi. O an dünyalar benim
olmuştu. Ya ben de kaçsaydım. Bir hayat daha kayıp gidecekti. Belki kayıp
gidecekti ama geriye bıraktıkları da ayrı bir acı çekecekti. Benim gibi. Sen
gidersin, ya geride bıraktıkların?
Etiketler:yazıyorum
30 Nisan 2015 Perşembe
Ayakkabı Sevdası
Babam o zamanlar hayattaydı. Ta ki o maden
faciasına kadar. Facia devletin suçuydu. Nereye başvurduysak bir sonuç elde
edemedik. Tek yaptıkları bir maaş bağlamak oldu. Allah’a şükür en azından ev
bizimdi. Ben 8 yaşımdayken hatırlıyorum kardeşim Canberk yeni doğmuştu. Babamın
bir aylık maaşıyla kıt kanaat zor geçiniyorduk. Şimdi bir de yeni bir kardeşim
olmuştu. Onu bu yüzden hiç sevemedim.
Kardeşim Canberk hastalanmıştı. Önce bir
şeyi yok dedik. Birkaç gün evde yattı. Fakat daha da kötü olmuştu. Ateşi
yüzünden nöbet geçirmek üzereydi. Hastaneye zor yetiştirdik. Önce ateşini
düşürdüler ardından doktor reçeteye birkaç ilaç yazdı ve “ilaçları aldığı
takdirde bir şeyi kalmaz” dedi. Annemin içi biraz rahatlamıştı ama şimdi bir de
bu ilaçlar için gereken para vardı. Eve döndük. Annem babamın ölümünden sonra
bağlanan maaştan bir yüzlük çıkardı ve bana verip caddedeki eczaneden ilaç
almamı söyledi. Bende yırtık pırtık çarığa benzer bir ayakkabım vardı, onu
giydim. Giyerken hep yan apartmanda oturan Alper’in o güzelim ayakkabılarını
düşünürdüm.
Caddeye vardım. Eczaneye giden yolda
ayakkabıcılar vardı. Vitrinlere bakarken hem içim parçalanıyor, sanki kendimi
kaybediyordum. Ve o anda Alper’in ayakkabısının aynısını buldum. Bir cebimden
çıkardığım yüz liraya bir de ayakkabıya bakıyordum. Ve kararımı verdim. Ne de
olsa kardeşim iyileşecekmiş, korkulacak bir şey yokmuş. Şu ayakkabıyı alırım,
parayı da yolda düşürdüğümü söylerim diye düşündüm ve düşündüğüm gibi de
yaptım. Önce o ayakkabıyı aldım, ardından eve gittim ve anneme olayı izah
ettim. Annem neredeyse ağlayacaktı. Bu duruma üzülmüştüm ama ayakkabıdan da
vazgeçemiyordum.
İki bilemedin üç saat sonra kardeşimin
ateşi yine yükselmişti. Sanki ateşten yanan o değil de benmişim gibi
hissediyordum. Ya ona bir şey olursa? Ben bununla yaşayamazdım. Saat de geç
olduğundan ayakkabıyı da geri veremezdim. Bu vicdan azabıyla sabaha kadar
boğuşacaktım. Nitekim öyle de oldu. Sabaha kadar gözlerime uyku girmedi. Her on
dakikada bir kardeşimi kontrol ediyordum. Sabahı zor ettim. Sabah olur olmaz
aldığım ayakkabıyı poşetiyle birlikte hemen geri götürdüm. Sağolsun ayakkabıcı
baba dostumuzdu. Durumu anlatınca anlayışla karşıladı. Hem ayakkabıyı hediye
etti hem de parayı geri verdi. Hemen yeni aldığım ayakkabıyı giydim. Ardından
eczaneye gidip kardeşimin ilaçlarını aldım. Koşarak eve gittim. Annem
kardeşimin alnına ıslak bez koyuyordu. Anneme hemen ilaçları verdim. Kardeşime
içirdik. Yavaş yavaş normale döndü. Sonra annem bu ayakkabıyı ve ilaçları nasıl
aldığımı sordu. Bende eksiksiz bir şekilde anlattım. Kardeşimden de çok özür
diledim.
Bir ayakkabı sevdasına neredeyse
kardeşimden oluyordum. Babamın söylediği sözler aklıma geldi: “Canberk’i veren
Allah rızkını da verir” derdi. Hakikaten öyleymiş. Eğer Canberk’e bir şey olsaydı
vicdan azabından ben de ölürdüm. Neyse ki hatadan döndüm.
Şimdi 27 yaşımdayım ve bir çocuk doktoru
oldum. Kardeşim Canberk’te Hukuk okuyor. Aileme bakmanın mutluluğunu bir arada
olmanın sevincini yaşıyoruz. Ara sıra babamın yanımda olsaydı benimle nasıl
gurur duyacağını düşünüyorum. Annem ise biraz yaşlandı. Sürekli babama Kuran
okuyor. İnsanın arkasında böyle vefalı bir kadın bırakması da ayrı bir şey…
Etiketler:yazıyorum
Kaydol:
Yorumlar
(Atom)

